19 Mayıs 2011 Perşembe

EDEBİ KİŞİLİĞİ

EDEBÎ KİŞİLİĞİ


Recaîzade Ekrem’den sadece beş yaş küçük olan Hâmid, dönemin birçok aristokrat çocuğu gibi ilk eğitimine özel hocalardan dersler alarak başladı. Dönemin ünlü simaları Evliya Hoca, Bahaeddin Efendi, Hoca Tahsin Efendi gibi ünlü isimler Hâmid’e hocalık ettiler. Bunlar arasında renkli kişiliği ile özellikle Hoca Tahsin Efendi’nin ayrı bir yeri vardır. Kendisine göre bir düşünce dünyası olan Tahsin Efendi, Hâmid’e felsefe dünyasının kapılarını açmıştır.(Kolcu 2004: 266) Tanzimat ile birlikte “insanların değerler dünyasında”(Aktaş 2005: 55) bir değişme yaşanır. Eskiden edebiyatta ağırlığı olan dinin yerini akıl almaya başlar. Düşündüklerini tecrübeleriyle harmanlayan edipler çoğalmaya başlar. Şerif Aktaş bu konuya dair şunları söylemiştir:
“Tanzimat ile değişen insanın değerler dünyası alt üst olur. Bu, dinî hükümlerin yerini aklın ve tecrübenin almasından kaynaklanır. Hâmid’deki çatışma da aynı kaynağa bağlanmakta; o, bu değer karşılaşmasının yarattığı karmaşayı kendi ‘ben’inde derinlemesine yaşamakta; eserlerinde bunu, bu karmaşaya uygun dil ve söyleyiş tarzıyla aksettirmektedir.”(Aktaş 2005: 55)
Hâmid idealist tavrı benimseyenlere sûfiyyun, materyalist tavrı benimseyenlere ehl-i fen demektedir. Ancak Hâmid şiirlerinde ele aldığı metafiziği ilgilendiren konuları (Allah, ruh, ölüm) bu gruplardan birine dâhil olarak değil, kendi düşüncelerine ve hislerine göre ele almıştır. Bu açıdan baktığımızda Hâmid hem aklın hem de dinin yol göstericiliği kullanmıştır. Doğu ve batı medeniyetlerini yakından tanıma imkânına sahip olması ona bu konuda kudret vermiştir. Nihat Sami Banarlı, Hâmid’i etkileyen edipleri şöyle vermiştir:
“Türk edebiyatında Hâmid’in tesiri altında kaldığı, belli başlı isimler, geriye doğru, Namık Kemal, Şeyh Galib ve Fuzuli’dir. İran edebiyatında Sâdileri, Hafızları, Hayyamları, Firdevsîleri tanımıştır. Batı edebiyatında ise, sanatına örnek olarak başta, Shakespeare ve Corneille olmak üzere, Hugo, Racine, Goethe, Dante, İbsen gibi dehaları seçmiştir.”(Banarlı 1971: 930)
Hâmid eserlerini meydana getirirken belli bir disipline sahip değildir. Romantik bir tabiatı vardır. Yaşadıkları dolayısıyla (annesinin ölümü, babasını bir av dönüşü evde ölü bulması, iki eşinin vefatı…) ölüm fikrini çok işlemiş ve melankolik bir üslûp takınmıştır. Şiire yeniyi getirme gayesiyle hareket etmemiştir. Asıl maksadının eskiyi deforme etmek hatta yıkmak olduğunu düşündürtür. Kenan Akyüz bu konuda şöyle der:
“Hâmid’i bir yandan eskiliğin saldırısına karşı kuvvetle korurlarken, bir yandan da özel tenkid ve tavsiyeleriyle de onun dağınık çalışmalarına bir düzen vermeye çalışıyorlardı. Bu hüviyeti ile Hâmid, karşımıza, iyi bir ‘yapıcı’ dan çok, iyi bir ‘yıkıcı’ olarak çıkar.”(Akyüz 1986: 126)
Hâmid yaşantısında cereyan eden olaylar paralelinde eserler vücuda getirmiştir. Tecrübeleri arttıkça yönelimlerinin farklı alanlara kaydığını örmek mümkündür. Söz gelimi Hindistan’ı gördükten sonra yazdığı şiirlerinde( Kürsü-i İstiğrak, Külbe-i İştiyak) şairin duygu ve düşüncelerinin nasıl değiştiğini görürüz. Metafizik konuları tabiatı kendi benliğinde birleştirmeye çalışır. Hâmid bu çalışmalarını ve edebiyat sevgisi 1928’de yayınlanan “Eserlerimi Nasıl Yazdım” adlı makalesinde bizzat şu şekilde anlatır:
“ O zamanlarda edebiyat aşkı, bütün arzı ve itaatlerimin fevkinde bir âmir-i mutlak fevkinde idi. Herhangi memlekette olursa olsun mutlakıyetle istibdâdın fıtraten aleyhdârı ve isyankârı olduğum halde bu edebiyat aşkının müstebidliğine tahammül edemiyorum.”(Banarlı 1971: 932)
Hâmid toplum hayatından ziyade kendi hayatını anlatmayı tercih etmiştir. Bu sebeple Divan şiirinin kendisini ifade etmesine imkân tanımaması sebebiyle, eski sanata karşıdır. Dile bütünüyle hâkim olmasına rağmen söyleyiş ve düşünüş şekli farklıdır.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder