19 Mayıs 2011 Perşembe

GETİRDİĞİ YENİLİKLER

 GETİRDİĞİ YENİLİKLER


Hâmid hayal dünyasını doğu ve batı kültürlerini yerinde görerek zenginleştirmiştir. Babasının işi sebebiyle onula birlikte Tahran’a giden Hâmid dönüşünde Namık Kemal’i, Şinasi’yi, Ekrem’i okumaya başlar ve 17 yaşında ilk eserlerini kaleme alır. Tanzimat döneminde ediplerimizin çoğunda olan piyes yazma eğilimi Hâmid’de de görülür. İlk piyesi Duhter-i Hindû’dur. “Abdülhak Hâmid, Türk şiir tarihinde kesin bir değişiklik yapan şiir anlayışını, ‘Duhter-i Hindû’ daki (1876) ‘Tanaggum’ ile ortaya koyduktan sonra şekil ve muhteva olarak eski Türk şiirinden ayrılan şiirlerini ‘Sahra’da toplar(1879).”(Tarhan 1991: 13). Duhter-i Hindû mensur bir eser olmasına rağmen,”ilk defa olarak bu mensur eserlere nazım da karıştırılmış oldu.”(Akyüz 1986: 123) Bu şiir daha sonra Sahra isimli kitabına küçük değişiklikler yapılarak “Mütehassir” olarak alınır. Şiirde yenilik arayışı Sahra’da (1879) değil, Duhter-i Hindû’da (1876) başlar. Ayrıca bu şiirin kafiye düzeni de o dönem için bir yenilik sayılabilir.
Mütehassir
Feryad:1
Ne hoş eyler muhabbeti tarif
Şu garip bülbül âşiyanında.
Ben de güyâ idim zamanında.
Âşiyanımdı bir nihâl-i zarif,
Esti bir zemherir-i zehr-efşân,
Ne çemen kaldı akıbet ne fidân!(Tarhan 1991: 63)

Şiirin kafiye düzeni abbacc şeklindedir. Yani sarmal kafiye ve düz kafiye bir arada kullanılmıştır. Şiir şekil açısından incelendiği de eski şiirden farklı olduğu anlaşılmaktadır. “Bizde ilk batılı nazım şekil denemesi olan Edhem Pertev Paşa’nın ‘Tıfl-ı nâîm’ini ‘Sahra’ takip eder.”(Tarhan 1991: 14)
Sahra adlı şiir kitabında on şiiri toplanmıştır. Bu şiirler bölümler halinde yazılmış ve her bölüm ayrıca adlandırılmıştır. Örneğin ‘Hoş-nişinân’ şiirinin alt başlıkları ‘Nağme’, ‘Belde-güzîn’ şiirinin alt başlıkları ‘Lahn’ olarak isimlendirilmiştir. Bunu daha sonra Namık Kemal’in ‘Vaveyla’ adlı şiirinde ‘Nevha’ başlıklı bölümlerde görüyoruz.  Bu anlamda Hâmid’in bir yenilik daha getirdiği söylenebilir. Hâmid şekilde yaptığı bu yeniliklerin Mizancı Murat sayesinde olduğunu söyler. Hâmid yeni şekilleri ortaya koydukça eskiler bir bir yıkılır. Daha önce de söylenildiği üzere Hâmid yapıcı değil yıkıcıdır.
Sahra’daki şiirlerini incelediğimizde tezatlarla karşılaşırız. Söz gelimi “Hoş-nişinân” şiiri pastoral bir şiirdir. Bu şiirde kır hayatından övgüyle bahsedilir. “Belde-güzîn” şiirinde ise şehir hayatı hicvedilir. Tabiatı konu alan şiirinde pitoresk kuvvetli iken, şehir hayatını anlatan şiirinde yaşantısının da payı olduğu düşünülür. Okuyucu tabiat ile şehrin mukayesesine tanık olur. Daha Hoş-nişinân’ın ilk nağmelerinde bu kıyaslar dikkatleri çeker.
Bedeviler sükûn u rahatte,
Sürdüğü daima gamenle safâ.
Beledi muttasıl esir-i cefâ,
İntiaş aleminde zulmette!
Biri endişeden aman bulamaz;
Biri endişeye zaman bulamaz.(Tarhan 1991: 43)
Hâmid’in, Rousseau’nun etkisiyle tabiatı şehir hayatından üstün tuttuğunu görüyoruz. Ayrıca Hâmid, tabiatı anlattığı şiirinde insanları tabiatın bir parçası olarak gösterir. Bu durum Hâmid’in evrenin bütününü tanrı olarak kabul eden ve her şeyi tanrının bir parçası olarak gören panteistlerden etkilendiğini düşündürtür.
Hâmid şekil açısından yaptığı yeniliklere, muhteva açısından yaptığı yenilikler de eklenmiştir. Sahra kitabıyla ilgili yapılan yorumların çoğunda bu kitabın dönemi için büyük bir yenilik olduğunu Hâmid’in diğer şairler gibi tabiata uzak kalmadığını yazmışlardır. Ancak Gündüz Akıncı ise bu görüşlerin tam aksini ileri sürer: “Hindistan’da söyleyeceği şiirlere gelinceye dek öteki yazdıklarında yalnız özenti vardır. Hâmid tabiata, o zamanlar, şehirlilerin penceresinden bakıyordu. Hâmid, sahrayı konu yapmakla kır şiirleri yazıyor sandı. Bana öyle geliyor ki, o yeni şekiller denerken sahra âlemi için de bir şiir yazmanın iyi bir şey olacağını düşündü; kendi çağının değimiyle ‘bir manzum kaleme almak’ istedi.” (Tarhan 1991: 25)  Sahra, bu değişiklikler edebiyat dünyasına farklı bir ses getirmiştir. Zıt fikirler elbette ki vardır ancak döneminin ilerisine gidebilmiş olan Hâmid Türk şiirinin yenileşmesinde de büyük rol oynamıştır.
Şairin Sahra ile aynı zamanlarda yazdığı ancak daha sonra yayınladığı bir kitabı da Dîvâneliklerim yahut Belde adlı kitabıdır. Bu eseri de Sahra ile şekil ve üslûp bakımından hemen hemen aynı doğrultudadır.  Hâmid Sahra’daki gibi basit bir dil kullanmayı tercih etmiştir. Eski şiirin ağırlığında sıyrılmıştır artık şiir ancak bu şiirler de itinasızlıkla suçlanır. Ancak yine de dönemi için farklılık arz etmektedir. “Hâmid, kır hayatını tasvir eden Sahra’dan sonra Belde adını verdiği kitabında da Paris’te yaşadığı hayatı, şehir dekorunu, katıldığı eğlenceleri, kadınları ve diğer eğlence mekânları yanında parkları, bahçeleri kısaca şehrin mitolojisini oluşturan tabiat peyzajlarını da eserine katmıştır.”(Kolcu 2004: 272) Hâmid Belde yahut Divaneliklerim kitabında kendi hayatını anlatmaktadır. Yani şairlerin şahsi dünyaları artık şiirdeki yerini almıştır. Şiirlerin neredeyse hepsinde Fransızca kelimeler ve Fransa’dan birçok mekânın adına rast geliriz.
“Böyle Vil Davri’de kalsak her gece?”(Tarhan 1991: 91)
                                      **
“Bir Site Danten bilirdim, ah ah!”( Tarhan 1991: 94)
                                     **
“Üç fiakr üzre kenâr-ı Sen’de
Bir gece hep Otöy’e gitmiş idik.”(Tarhan 1991: 97)

Vil Davri (Ville d’Avray) Paris civarında bir yerin adıdır. Site Danten (Cité d’Antin) Pari’in merkezinde bir semttir. Fiakr (fiacre) kira arabası, Sen (Seinne) Paris’in ortasından geçen bir ırmak ve Otöy de (Auteuil) yine Paris’te bir semt adıdır. Bu Fransızcayı şiire sokma hevesinin eğitim aldığı Hoca Tahsin Efendiyle bir ilgisini olması muhtemeldir. Kayahan Özgül’ün şu satırları sayesinde bu kanıya varırız: “Hoca Tahsin Efendi’nin şiirleri arasında Paris’i anlatan mısralar bir yana, Fransızca şiirlere bile rastlanmaktadır. (Özgül 2006: 374) Bu tarz şiirlerin temayülünde kalarak Hâmid de farklı olduğu varsayılan ürünler vermiştir. Bunu yapmakla şiirin yüzünü batıya çevirip çok fazla bir yol kat etmiş olmasa da eski şiiri yıkmış olması hasebiyle yine önemli bir adımdır.
Ancak bu eserinde yer alan on yedi şiirin hiçbirinde sanat ve edebiyata dair bir şey bulamayız. Sanatçı gözüyle yaptığı yorumlardan ziyade günlük yaşantısından ya da sıradan izlenimlerinden seçmelere rastlarız.
Hâmid’in Bunlar Odur adlı şiir kitabında on dokuz şiiri bulunmaktadır. Hâmid’in bütün bir yaşantısını şiirlerinden yola çıkarak takip etmek mümkündür. Bu kitabında eşi Fatma Hanım ile Hindistan’da geçirdiği günleri anlatmak istemiştir. Ancak ölüm duygusu ruhunda daha derin tesirler bırakmış olacak ki onun etkisinden çıkıp da yaşadıklarını anlatamamıştır. “Ölümü beklenen Fatma Hanım bahanedir. Ölümün kendisi Hâmid’in muhayyilesinde bilinenle bilinmeyenin, ‘hep’ ile ‘hiç’in, Tanrı ile insanın birleştiği bir kördüğümdür.”(Aktaş 2005: 61) Bu eser için Makber’e hazırlık eseriydi diyebiliriz.  Hindistan tabiatının şair üzerindeki etkilerini bu şiirlerde görmek mümkündür. Hâmid’in o dönemde daha önce Ekrem’de gördüğümüz metafiziğe olan temayülü can bulur.
Hâmid, Hindistan manzarasını ve kişisel acılarını şiire sokmaya başlar. Bu eserin en önemli özelliği ve farklılığı, anlatılmak istenen veya ilhamla gelen güzelliklerin ilk mısrada saklı olmasıdır. Tanpınar ilk mısradaki sanat gücünü ikinci mısra ile bağdaştıramaz. Sahra ve Divaneliklerim eserlerinden sonra Bunlar Odur eseri de tabiat manzaralarını en canlı haliyle kaleme aldığı eserlerinden müteşekkildir. Ancak Hâmid tabiatı ruhuna işleyip daha sonra şiirine katmaktansa doğrudan doğruya gördüklerini anlatmayı tercih eder.
Hâmid, şiirlere konuşma özelliklerini katmaya Bunlar O’dur’da başlamıştır. Bu özellik şiire Hâmid ile birlikte girmiştir. Bunun yanı sıra “ mitolojik ve hayal ve isimleri Türkçeye onun soktuğunu” ( Tanpınar 2007: 536) bu eseriyle birlikte hatırlamak gerekir.
Bunlar O’dur adı altında topladığını şiirlerini eşi Fatma Hanım’ın ölümünden duyduğu üzüntüyü anlatan Makber, Ölü ve Hacle isimli şiirleri takip eder. Makber ilk olarak 1985 yılında yayımlanmıştır. Hâmid önceki şiirlerinde de ölüm temini ele almıştır ancak bizzat yaşadığı bu acıyı bu eserinde daha farklı bir şekilde dile getirmiştir. Hâmid bu eserinde kendisini anlatmıştır. Bu Türk edebiyatı için bir ilk niteliğindedir. Daha önce yazılmış her şiiri Makber’in meydana gelmesi için bir hazırlık gibidir. “… değişen sosyal ve edebî şartlar içinde ortaya çıkan yeni insanın kendisini ifade için yokladığı kapıları, değişme psikolojisinin hazırladığı ruh halini, insanın biyolojik bir varlık olarak dünyadaki yerini, kainatın varlığı, Allah, ruh gibi meseleleri kavramadaki aczini, üzerinde yaşadığı dünya ile ilişkisini, dünyada görülen düzensizliği, tabiî olana yönelme ve onu anlatma ihtiyacını, kısaca ölümle son bulan hayat denilen muammayı ortaya koymaktadır.” ( Aktaş 2005: 62) Eserin başında eşinin ölümünden duyduğu üzüntüyü anlatan Hâmid bir süre sonra metafizik problemleri ele almaya başlar. Sorgulamaları bir sonuca kavuşmaz çünkü metafizik kavramlar aklın sınırlarıyla cevap vermek Hâmid için güç olmuştur. Böyle olunca da çareyi yine Allah’a ve din yoluna yönelmekte bulur.
Eyvah!.. Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh u zâr kaldı.

Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede gelip ezelden.(Tarhan 1982: 45)
Yukarıdaki mısralar Makber şiirinin ilk mısralarıdır. Daha bu ilk mısralarda, ölüm karşısında çaresiz kalmış bir Hâmid okuyucuyu karşılar.
Bir sırr oluyor bütün bu esrar,
Mânâ bitiyor kılınca tekrar.

Yarabbi nedir o tahta tabut,
Olmaz mı ukul bunda mebhût…(Tarhan 1982: 52)
Hâmid ölümü tanıdıktan sonra onun ne olduğunu idrakte zorlanır. Sorgulamalara başlar. Yukarıdaki mısralarda görüldüğü gibi ölümün ne olduğunun aklın sınırlarıyla, bu dünyanın ölçütleriyle anlamanın mümkün olmayacağı sonucu çıkar. Şair ölümü ancak ölümü tadan kimsenin anlayıp açıklayabileceği kanısına varır ve daha sonra ölümü kabul eder. Bunları şu beyitlerden anlıyoruz:
Ölmek diyoruz nedir bu ta’bir,
Canan mı ede bu hali tefsir?(Tarhan 1982: 52)

Ölmek, yaşamak, ya can çekişmek,
Razıyız, aman fakat değişmek ( Tarhan 1982: 53)

Yarab, bileyim nedir hakikat,
Hicran mı demek bu sırr-ı hilkat?..( Tarhan 1982: 57)
Bunları takip eden beyitlerde artık inandığı varlığa iman ettiği, çareyi yine onda bulduğu görülür. Kusurunu gördüğünü, yoktan var olan canlıların elbette yine yok olacaklarını, dolayısıyla ölümü açık bir şekilde kabul eder.
Sen Hâlık’ımızsın, ettik imân.
Bir sende bulur bu ye’s pâyân.( Tarhan 1982: 60)

Ben kendimi zannederim insan,
Ettin bana sen kusurum ilân. (Tarhan 1982: 61)

Yoktan bizi var eden bu fıtrat,
Vardan da yok etse haktır elbet. ( Tarhan 1982: 71)
Makber, kafiyeleri yeni bir sıralanışta, sekizer mısralı parçalardan meydana getirilmiş, uzun bir mersiyedir.”…her sekizlikte birbiriyle kafiyeli olan iki mısra bir nevi başlangıçtır, gelecek mısralarda gizli ve aşikâr devam edecek hayal veya fikir onunla başlar.”(Tanpınar 2007: 487)  Bu eserin fikrî ve hissî iki boyutu vardır. Bunlardan birinci bölüm diyebileceğimiz Hâmid’in eşinin ölümünden duyduğu acıyı, yer yer çok sıradanlaşan ifadelerle içten bir şekilde anlattığı hissî bölümü oluşturur. İkinci bölüm ise metafizik problemlere kendince çözümler bulduğu fikrî bölümdür. Özetle şair ölüm merkezli olarak duygu ve düşüncelerini tek bir başlık altında toplamıştır.
Romantizm akımının etkili olduğu o yıllarda Hâmid de bu akımdan etkilenmiştir. Ancak marazî duyguları, ölüm temini kendini tabiata vererek yenmeye gayret eder. Dahası kendini topluma ait hissedememe, kaçış duygusunu beraberinde getirir. Ölümü tecrübe ettikten sonra kaleme almış olmak da yine romantiklere has bir durumdur. “Klâsisizm ile romantizm arasındaki temel farkın, klâsisizmde insanın fikir tecrübesinin, romantizmde ise duygu tecrübesinin ön plâna çıkmış, çıkarılmış olduğudur.”(Çetişli 2007: 73) Şair bu konuları yazdıran ruh halinden ancak dine bağlanarak kurtulabilir. Kenan Akyüz bu konuda şöyle diyor:
“Ziya Paşa ve Ekrem’de görülen ‘dinin kontrolü altındaki metafizik düşünüş’ Hâmid’te de kendini gösterir. Dinin kontrolündeki her düşünüş ise, nihayet, Ziya Paşa’da olduğu gibi, bir agnostisizm (aklın yetersizliği)e varır.” (Akyüz 1995: 53)
Allah’ı kimi zaman dinin gerektirdiği şekilde algılayan Hâmid kimi zaman da tasavvufa göre değerlendirir. Ama yine de Tanzimat şiirinde serbest düşünüşe en yakın isimlerden biri Hâmid olmuştur.
Makber şiirini Ölü ve Hacle şiirleri takip eder. Bu şiirler sırayla incelendiğinde şairin yeniden hayata döndüğünü okuyucuya gösterir. Ölü Makber’in devamı niteliğindedir. Artık ölümü daha da kabullenmiş olan Hâmid’in bu defa sıkıntısı Fatma Hanım’ın toprak altında olduğunu kabullenememektir. Makber’deki heyecan, isyan duygusu Ölü’de kendini göstermez. Artık Hâmid durulmuştur. Allah’ı akıl ile kavrayamamaktan yakınır. Ama buna bir çözüm aramaktan vazgeçer. Şekil açısından incelendiğinde kaside gibi yazılmış olması eleştiri almasına neden olur. Çünkü Makber şiirindeki yenilik ve ileriye doğru alınan yol Ölü’de tam tersi bir istikamette seyreder. Ölü adlı eserinde artık duygu derinliklerine son verilmiştir. Burada daha çok düşünce açısından derinlikler söz konusudur.
Hâmid Makber ve Ölü için şöyle der:
“ Diyebilirim ki Makber’le Ölü benim eserim değil, yâdigâr-ı rûzgârdır. Yahut benim eserimdir, hiçliktir, fakat pâydârdır.”
Bu şiiri Hacle takip eder. “Hacle’de hayatla ölüm arasındaki insanın kaçınılmaz kaderi sorgulanır.”(Kolcu 2004: 270) Gelin odası anlamına gelen Hacle’de Hâmid hayali olarak bir evlilik yapar ve gelin odasında vefat eden eşi Fatma Hanım’ı görür. Fatma Hanım’ı hala sevdiğini söyleyerek bu durumu bir sonuca bağlar. Gelin odasını boş bir mezar gibi anlatan Hâmid henüz gerçek hayata adapte olamamıştır. Yaşadıklarından ötürü de vicdanen rahatsızlık duyduğu yazdıklarından anlaşılır. Bununla birlikte Fatma Hanım’ı, annesini ve diğer vefat etmiş kimselerin ruhları ile yaşadığı için kalemi oldukça zengin ve ilhamlıdır.
Hâmid kendi döneminde ferdî ızdırabları bu denli yoğun işleyen şairlerin başında gelir. Şiire kendini ve kendi acılarını katıp samimiyeti kurabilen bir şairdir ve bu açıdan kendinden sonrakilere bir yol açmıştır.
Bâlâdan Bir Ses adlı eserinin başında Celâl Nuri İleri’nin “Abdülhak Hâmid” başlıklı on iki sayfalık bir yazısı bulunmaktadır. Bâlâdan Bir Ses, Abdülhak Hâmid’in “ nesr-i mukaffa” adını verdiği, nazır ile nesir arası bir ifade şekli kullanarak yazdığı eseridir. “Bu eser, vezinsiz, kafiyesiz yeni bir şekil arama denemesi olarak değerlendirilmelidir.”( Aktaş 2005: 64) Burada yine serbest nazımdan fazlaca faydalanma çabası söz konusudur.
Hâmid’in üzerinde durmaya değer bir diğer şiiri Validem’dir. Validem şiirinde Hâmid annesi ile tabiatı bir bütün olarak düşünmüştür. Burada imgesel döneme bağlı kaldığı düşünülebilir. Çünkü eşi Fatma Hanım’ın ölümünde yazdığı Makber adlı şiirde ölüm acısını ne şekilde dile getirdiğini gördüğümüz şair, annesini anlatırken duyguları ile değil düşünceleri ile hareket eder. Bu durum tabiattaki her şeyi annesiyle özdeşleştiren şairin bilinçaltına yönelerek düşünmemizi gerekli kılar. Oidipal süreçte, 0-18 aylık dönem arasında dünyadaki her şey anne olarak algılanır. Zevk alınan ve tüm ihtiyaçları karşılayan kaynak annedir. “Jung’a göre Oidipus’un temelindeki cinsel arzular yaşamın orijininde yer alan anneye dönme, narsistik omnipotense yeniden kavuşma arzularının simgesel bir ifadesinden ibarettir.”(Tura 2007: 83) Hâmid bu eserde sıradan bir şekilde annesinin hayatını anlatmamıştır. Yetimlik, kimsesizlik, ümmilik gibi özellikleri üzerinde durur lakin bu doğrudan doğruya onun hayatını anlatmaya yönelik bir girişim değildir.
Bu eseri şekil açısından değerlendirmek gerekirse yine sıradan olmadığı ve diğer eserlerine benzemediği dikkatleri çeker. Mehmet Kaplan bu konuda şunları söylüyor:
“Kafiyeyi bir yana atan şair, burada karışık dalgalar gibi birbirini takip eden geniş cümlelerle konuşur. Her parça zengin intiba ve orijinal hayalleri ihtiva eder. “(Kaplan 2004: 311)
Abdülhak Hâmid’in Hep yahut Hiç adlı şiir kitabında yüz otuz şiir bulunmaktadır. Hâmid’in bu isimde bir kitabı yoktur. Bu şiirler İnci Enginün tarafından derlenmiştir. Hâmid olaylara dayalı şiirler yazmaktadır. İnci Enginün’ göre bu onun “şiir yazma metodunu”(Tarhan 1999: 17) teşkil eder. Esasında bu başlı başına bir yeniliktir. Çünkü klasik edebiyat şairleri retoriğin dışına çıkmamıştır. Eldeki malzemeyle farklı ve bir öncekinden daha güzel eserler ortaya koymaya çalışmışlardır. Bu tabiî ki bir noktaya kadar mümkün olabilir. Hâmid buna karşılık kişisel ve sosyal tecrübelerini şiire sokar. Buna hayatı şiire soktuğuna dair bir yorum getirmek mümkündür. İnci Enginün onun şiirlerini şu başlıklar altında toplamıştır:
1.      Savaşlar ve sosyal hadiseler dolayısıyla yazılmış şiirler
2.      Tanıdığı şahısların ölümleri ve bazı tesadüfler dolayısıyla kişiler hakkındaki şiirleri.
3.      Şahsî hayatının arızaları dolayısıyla, ferdî sıkıntılarını veya izlenimlerini dile getiren şiirler.
4.      Günlük olaylar ve manzaralar.
5.      Şiir ve sanat anlayışını ortaya koyduğu şiirler.
6.      İlk yıllarda Namık Kemal ve Recaizâde Ekrem’in şiirlerine yazdığı nazireler. (Tarhan 1999: 17)
İşte bu başlıklar altında toplanmış tüm şiirler ‘Hep yahut Hiç’ adlı kitabında mevcuttur. Bu eser içinde en çok takdir toplayan şiirlerden biri ‘Külbe-i İştiyak’(Kaplan 2004: 79) olmuştur. Mehmet Kaplan’ın üzerinde çalıştığı ve Tanpınar’ın Hâmid’in en başarılı eseri olarak gösterdiği eser budur. Kaplan Hâmid’in J.J. Rousseau’dan etkilendiği kanısına varmıştır.
İlhan-ı Vatan adlı şiir kitabında ise daha önce bir veya birkaç yerde yayınlanmış şiirleri toplanmıştır. Burada vatan için yazılmış şiirleri mevcuttur. Yavuz Sultan Selim’in ve Fatih Sultan Mehmet’in kabirlerini ziyaret gibi ün yapmış şiirleri mevcuttur. Ancak bu şiirlerinde Namık Kemal’deki yahut Mehmet Akif’teki millî heyecanı bulmak güçtür.

Tüm bu bilgilerden hareketle Hâmid’in şiire getirdiği yenilikler şu şekilde sıralanabilir. Şiirde kullandığı vezinde farklılıklar görülür. Sahra ve Belde şiirlerinde de gördüğümüz gibi kafiye düzeni farklıdır. ( Ya yeni bir düzen oluşturmuş ya da iki farklı kafiye düzenini iç içe kullanmıştır.) Klasik şiirdeki gibi beyitte anlam bütünlüğü olmasına dikkat etmemiştir. Anlamı diğer mısralara da yaymıştır. Ferdî ızdırablar şiire dâhil edilmiştir. Bunun yanında tabiatı şiire dâhil etmesi, Belde’deki gibi kentle tabiatı karşılaştırması o dönem şiiri adına farklı bir adımdır.  Şiirlerde yabancı sözcük kullanımına yönelmiştir. Hatta Divaneliklerim başlığı altında topladığı şiirlerinde Türkçe sözcüklere Fransızca ya da İngilizce kelimelerle kafiyeler yazmıştır.
Hâmid’in yaptığı belki de en büyük yenilik, şiire karşı ciddiyetle değil de daha ziyade derdini anlatmak için kullandığı sıradan bir meşgale gibi davranmasıdır. Bu eski şiiri yıkmaya yeten en önemli özelliktir. “… farklı şekil denemeleri çerçevesinde yeni bir söyleyiş tarzı arama gayretleri, değişen mısra yapısı; farklı imkanları yoklayan hayal sistemi; yeni bir şiir dili arama endişesi ile hem eski şiirimizi yıkmakta hem de yeni şiirin gelişeceği ufukları göstermektedir.”(Aktaş 20005: 66) Eserleri oldukça dağınıktır. O anda içinden gelenleri anlatan ve her hangi bir sanat kaygısı gütmeyen bu şairin eserlerinde “sanatsal bir titizlik”(Kolcu 2004: 274) boşunadır. Şiirlerinin konusunu olaylara dayalı olarak belirlemekle beraber seçtiği tüm kahramanlar da onun hayatından geçmiş tanıdığı kimselerdir.

19 yorum:

  1. çok harika bir çalışma..

    YanıtlaSil
  2. Abdülhak Hamid Victor Hugodan etkilenmiştir. Saygılar..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. J.J. Rousseau dan etkilenmiştir.

      Sil

  3. http://tekdennakliyat-http://tekdennakliyat.com/ 12-08T19:29:12+00:00
    Kayseri Evden eve Tekden Nakliyat Kayseri’de evden eve sektöründe yılların vermiş olduğu tecrübe ve güven ile siz Kayseri halkına en kaliteli ve en güvenilir hizmeti vermek için yıllardır bu sektörde faaliyet
    göstermektedir 2005 yılından bu yana Kayseri halkımıza evden eve sektöründe hizmet veren evden eve evden eve taşımacılık evden eve firmaları evden eve nakliyat Tekden evden eve ile kolaylaşmıştır biz günümüzün ve çağımızın en modelin ve en teknolojik aletleri ile evden eve sektöründe faaliyet göstermeKayseri Tekden Evden Eve NakliyatBy ADEM Kasım 15, 2017 KAYSERİ TEKDEN EVDEN EVE NAKLİYAT2018kteyiz çağımızın gerektirdiği gibi artık işçilik yerine nine kendini hep ön Piranha koyan teknolojik araçlarımız yer almaktadır teknolojik araçlar ile yapılan ev işlerinde kırılma dökülme ve hasar en bölümün
    seviyeye indirilmiştir.http://tekdennakliyat.com/
    http://tekdennakliyat
    http://tekdennakliyat

    YanıtlaSil
  4. Maltepe Nakliyat Firmaları
    Maltepe Nakliyat Firmaları

    Maltepe İstanbul’un Anadolu yakasında bulunan elit insanların yaşadığı kesim olarak bilinmektedir. Her ne şekilde olursa olsun gerek şehirlerarası, gerekse de şehir için taşımacılık konusunda birçok nakliyat firmasına ev sahipliği yapan önemli yerleşkelerden birisidir. Ancak evini taşıyacak olan kişiler bu firmaların arasında işini düzgün yapanı ve uygun fiyatlı olmasına dikkat etmektedir. Maalesef işini iyi yapmayanların sayısı da bir hayli fazla olunca insanlar

    YanıtlaSil
  5. Evinizi Adana’ya mı taşıyorsunuz? Veya memlekette ki evinize eşya mı göndereceksiniz? Sıcak günleri sevebilirsiniz fakat yol boyunca acaba eşyalarım çalınır mı, zarar görür mü, çizilir mi, kırılır mı diye terlemenize gerek yok.

    YanıtlaSil
  6. Şehirlerarası parça eşya taşıma hizmeti veren nakliye firmaları arasında olup işini profesyonelce yapan şirketlerden birisiyiz. İstanbul Ankara parça eşya taşıma hizmetimizden yararlanmak için iletişim bilgilerimizden bizlere ulaşmanız yeterli olacaktır.

    YanıtlaSil
  7. Şehirlerarası parça eşya taşıma hizmeti veren nakliye firmaları arasında olup işini profesyonelce yapan şirketlerden birisiyiz. İstanbul Ankara parça eşya taşıma hizmetimizden yararlanmak için iletişim bilgilerimizden bizlere ulaşmanız yeterli olacaktır.

    YanıtlaSil